Lizbon’a Gece Treni

Hiç hayatınızı karşınıza alıp sağından solundan arkasından önünden bakıp neye benzediğini düşündünüz mü? Kendi hayatınıza dışarıdan bakmanızdan söz ediyorum. İçinde siz yokken. Karşıdan sessizce.

İşte Gregorius sizler için yani biz okurlar için bunu yapıyor. Bir gün aniden günlük rutininden çıkıp her şeyini, işini, arkadaşlarını, evini bırakıp çıkıp gidiyor. Kendi yaşamak istediği hayatının peşinden… “İçimizde olanın ancak küçük bir kısmını yaşayabiliyorsak geriye kalanına ne oluyor?” Aklını kurcalayan bu soru ile birlikte. Aniden ve öylesine çıkıp gidiyor günlük hayatından… Elinde Prado isimli yıllar önce ölmüş bir doktorun anı kitabı, hayata dair bir sürü not ve kendi yaşanmamışlıkları. Bir başkasının hayatının peşinden giderek gerçek kendini bulmak için… Bizler, hayatlarımıza çakılı kalmış bizler, elimizdeki ağırlaşmış hesap defterleri ve yenilgiye uğramış uzaklaşmış hayallerimizle Gregorius’un peşine takılıp onun Lizbon macerasını okurken kendi hayatlarımızın nasıl bir şey olduğunu, geriye kalan yaşamadıklarımıza ne olduğunu düşünüyoruz hep. Dediğim gibi içinde biz olmaksızın.

Bu romanın filmi de var, kitabı okumadan filmi seyretme diye tembihledi bir arkadaşım. Öyle yapıyorum. Kitabı okurken içindeki söz büyülerinin derinliklerinde kayboluyorum. İçimden bütün bu hissedişler, bu insan halleri görsellikle ifadede edilemezdi zaten diye düşünürken bir de bakıyorum olayların bağlantıları akıl almaz sürprizlerle ilerliyor. Film için de çok zengin bir senaryo malzemesi bu. Çok sürükleyici.

Söz konusu olan önemsiz küçük sevinçler ve tozlu sıcakta bir bardak suyu mideye indirmek gibi küçük zevkler değil. Söz konusu olan insanın yapmayı ve yaşamayı istediği şeyler. Çünkü ancak onlar insanın hayatını, o çok özel hayatı bütünleştirebilirler, çünkü onlar olmadan hayat eksik kalır, tamamlanmamış bir yapıt ve sıradan bir parçadır “(syf 192). Alın işte size kaya gibi paragraf. Parçalayan, yaralayan ve toparlandığınızda da sizi daha kuvvetli ve coşkulu hissettiren kaya ağırlığında cümleler. Bunun gibi daha bir çok kaya var sık sık travmatize olduğunuz. Ama hep toparlanıp Gregorius’un sürükleyici macerasına eşlik ederken buluyorsunuz kendinizi… Düşe kalka devam ederken ve bazı satırları aklımda tutmaya çalışırken bir sonra gelen başka bir muhteşem satır veya paragraf ile bir öncekini unutacağım endişesi ile panik oluyorum. Bunun için devamlı not alıyorum ve satırları çiziyorum. Roman böyle devam ediyor. Bu arada yalnız duyguların ve olayların peşinden sürüklenmiyor ayrıca Lizbon’u ve Salazar vahşetini de merak ediyorsunuz. Tarih, coğrafya, edebiyat, serüven iç içe. Üstelik roman ve öykülerde klasik bir güzelleme vardır: Okuyucuya boşluk bırakmak ve o boşlukları okurun doldurması üzerine. Bu kitapta tam tersine hiç boşluk yok, evet bu kitapta hiç boşluk bırakılmamış okuyucuya. Boşluklar itina ile doldurulmuş ancak boşluklar kapandıkça derinlere gidiyorsunuz. Derinlere giden tüneller ve hatta uçurumlar var düşmeye korktuğunuz.

Bir şey daha söylemeliyim. Bu yazı bir kitap tanıtımı amacı ile yazılmadı, hakkında o kadar çok yazılmış çizilmiş ki tanıtıma pek ihtiyacı yok bence. Ancak gittikçe yalnızlaşan ve sıkılan modern insanın kendi kaybolmuş gerçeğinin peşinden gitmesi için bu kitaba ve bu yolculuğa ihtiyacı var.

Lizbon’a gece treni için bir bilet alınız ve söz büyüleri ile döşenmiş bu yolculuğa çıkınız lütfen.

  • Lizbon’a Gece Treni
  • Yazar: Pascal Mercier
  • Çeviri: İlknur Özdemir
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: 2012
  • Sayfa Sayısı: 400 Sayfa
  • Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi
Feride Cihan Göktan
Latest posts by Feride Cihan Göktan (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

KitapEki ve BirGün’den dayanışma örneği

Read Next

Lenù ile Lila’nın Hikȃyesi

One Comment

  • Ellerine sağlik Feride hanim..o kadar güzel anlatmissiniz ki bu kitabi en yakın kitapevine gidip almak sart oldu..

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *